Saturday, December 16, 2006

 

SU YASASI : SULAMA VE İÇME SUYUNU ÖZELLEŞTİRİLMELİ Mİ?

2 Kasım 2006 Hürses Gazetesi Av. Şule Eyüpgiller

Ülkemizde içme suyu ve tarımsal sulama hizmetleri kamu eliyle veriliyor. Tarımsal sulama hizmeti ise öteden beri DSİ tarafından veriliyor. İçme suyu hizmetinde ise asıl sorumluluk belediyelerin iken, 1053 sayılı yasanın Bakanlar Kurulu’na verdiği yetkiye dayanılarak Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ne nüfusu 100 binin üzerinde olan 45 şehirde içme suyu çalışması yapma görevi verilmişti. Belediyelerin kaynakları her ülke köşesine hizmet götürmeye yeterli olamayınca DSİ devreye girmişti. Yıllarca hizmet ettiğim DSİ yetkililerinden aldığım bilgiye göre ülkemizin içme, kullanma ve endüstri suyu ihtiyacının üçte biri DSİ tarafından yapılan içmesuyu tesislerinden karşılanıyor ancak ülkemizin sulanabilir 8,5 milyon hektar arazisinin ancak üçte biri sulanabiliyor.
Son günlerde gazetelerde yeralan haberlere göre Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarımsal sulama ve içme suyu hizmetinin özel sektöre devrini öngören bir yasa hazırlığında. Kamuoyunda yeterince tartışılmadığını düşündüğüm bu konuda bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum.

Son dönemde, DSİ tarımsal sulama hizmetini bölgesel sulama birliklerine devretmeye başlamıştı. Bakanlık yetkilileri, DSİ nin sulama bedellerini tahsil etmekte zorlanması ve projelerin finanse edilememesi üzerine bu devre gerek duyulduğunu belirtiyorlar. Öel sektörün bu alanda tahsilatta daha etkili olacağını tahmin etmek güç değil. Ancak özel sektörün sulama konusunda yatırım yapması için projelerin iç karlılığının yeterli olması gerekiyor. Kamunun son 100 yılda içme suyu sektörüne 1,4 milyar dolarlık yatırım yaptığı, özel sektörün devreye girmesiyle kamu üzerindeki sulamadan doğan borç yükünün hafifletilebileceği öne sürülüyor. Su özelleştirmesinin temel gerekçesi bu.

Öte yandan, su hizmetlerinin özelleştirilmesine kökten karşı çıkanlar da azınlıkta değil. Su hizmetlerinin özel yatırımcılar için fethedilecek son altyapı sınırı olduğunu ve gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarına uygun olmadığını şiddetle savunan sendikalar, bazı gelişmemiş ülkelerdeki olumsuz deneyimleri örnek gösteriyorlar.

Su ve kanalizasyon hizmetlerinin özelleştirilmesi ve bu alanda dünya çapında yüzde 5 olan özel sektör egemenliğinin arttırılması için IMF ve Dünya Bankası çeşitli projeler üretmeye başlamışlardı. Öncelikle 1996 yılında hükümetleri, çokuluslu şirketleri ve çeşitli Sivil Toplum Kuruluşlarını toplayarak, “Dünya Su Konseyi”ni kuruldu. Dünya su politikası için bir “beyin takımı” oluşturmayı hedefleyen konsey 1997’de Fas’ta ve 2000’de Hollanda’da, 2003’te Japonya’da ve 2006’da Meksika’da Dünya Su Forumlarını topladı. Bu forumlarda geliştirilen ortak vizyon “suyun kaynaktan çeşmeye, kanalizasyondan arıtmaya ve deşarja kadar, çokuluslu şirketlerin ve çok aktörlü bir dünya su yönetiminin kontrolü altında ve ticarileştirilmiş bir anlayış çerçevesinde temin edilmesi gerektiği” idi. Dünya Bankası özel sektörce üstlenilecek alt yapı projelerini gayet cömert bir biçimde fonluyor. Su projeleri şu anda Dünya Bankası kredilerinin yüzde 50’sini oluşturuyor. Bu fonlamalar çoğunlukla, “yoksullukla mücadele amacıyla özel sektör yatırımlarını desteklemek” hedefi doğrultusunda IFC (Uluslararası Finans Kurumu) tarafından gerçekleştiriliyor.

Su krizlerine yönelik ülkemizde de yasa hazırlığı yapılan çözüme göre “su hizmetlerinin işletme, bakım, hizmet ve gerekiyorsa altyapı yatırım maliyetinin tamamının” kullananlardan harç olarak toplanması öngörülüyor. Hizmeti alan halkı, hizmetin maliyetini ödemesi gereken müşteri olarak gören bu çözüm suyun ticarileştirilmesi ve özel sektöre karlı bir yatırım alanı olması için atılan ilk adım. Daha sonra Dünya Bankası fonlarıyla özel sektörün beslendiği arıtma tesisi, baraj, kanal yatırımları için borçlandırılan yerel yönetimler, borç yükünün altında ezilmeye başlayınca hizmetlerin ve su kaynaklarının tamamen özel sektöre devri için zorlanıyorlar. Önce yerel şirketlere devredilen hizmetler ve su kaynakları daha sonra finansman sorunları gerekçe gösterilerek çok ulusu tekellerin eline geçebiliyor. Dünya Bankası’nın yürüttüğü bu politikaların 2000’li yıllarda Filipinler, Bolivya, Gana ve Hindistan’da aile bütçesinin yüzde 25’inin su faturalarına gitmesi sonucunun yaşandığı belirtiliyor. Dünya Bankası’ndan fon alan Peru halkınınr ABD halkından 6 kat pahalıya musluk suyu kullanmaya başladığı, Güney Afrika’da yoksulların ödeyemedikleri faturalar yüzünden yerli topluluklar arasında kolera salgını başladığı, su hizmetlerinin özelleştirilmesinin ardından Fransa’da faturalar yüzde 150 oranında arttığı, İngiltere’de su dağıtım hizmetleri ihalesini alan şirketin kamu sağlığı ve çevreyi ihlal eden uygulamaları yüzünden defalarca para cezasına çarptırıldığı örnek veriliyor. Bu örnekleri değerlendirdiğimizde su hizmetlerinin özelleştirilmesi konusunda bir kez daha düşünmenin uygun olduğunu düşünmez misiniz?

Comments: Post a Comment



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?