Thursday, February 01, 2007

 

Bağışlama ve bağışlama vaadi 5 Şubat Pazartesi Hürses Gazetesi

Bağışlama ve bağışlama vaadi
Borçlar Yasası ‘’Bağışlama akdini’’ hayatta olan kimseler arasında yapılan ve diğerine karşılıksız olarak bir malın tamamını veya bir kısmını temlik eden bir tasarruf olarak tanımlıyor.Uygulamada ‘’bağışlama’’ olgusunun zaman zaman aile içinde haksızlıklara ve huzursuzluklara neden olduğuna tanık oluyoruz. Yaşlı ebeveynler kendilerine yakın ilgi gösteren, sağlıklarıyla ve ihtiyaçlarıyla ilgilenen çocuklarına bağışta bulunuyorlar. Bazen ebeveynin ölümünden sonra acı gerçeği öğrenen diğer evlatlar ya mahkeme koridorlarında iptal davasıyla boğuşuyorlar ya da anne babalarıyla ilgili anıları unutmak için iç dünyalarıyla savaşıyorlar.
Uygulamada davalar çoğunlukla, bağışlayanın bağışlama akdi sırasında medeni hakları kullanma ehliyetinin olmadığı yönünde iddialarla başlatılıyor. Medeni yasanın 235. maddesi ‘’ Bağışlamaya Ehliyet’’ başlığıyla düzenlenmiş ve bağışlamanın hukuken geçerli olabilmesi için medeni hakları kullanma ehliyeti olan bir kişi tarafından yapılmış olması şartı aranıyor. Bu hükmün yanı sıra 236. madde de ‘’Bağışlamayı Kabul ‘’ başlığıyla düzenlenmiştir ve bağışın hukuken geçerli olabilmesi için ‘’kabul’’ün önemi belirtiliyor. Sonuç olarak anne baba istediği evladına onun kabulü olmadan bağış yapamıyor. Ömrünü anne babasına hasreden ve karşılığında değil bağış hiçbir ayrıcalık kabul etmeyen değerli insanlar tanıdım…
Bağışlama akdinin yanı sıra uygulamada bağışlama vaadine de rastlıyoruz. Bağışlama vaadi ilerideki bir tarihte bir malı bağışlamayı taahhüt niteliğinde bir ön akit. Bağışlama vaadi sözleşmelerinin hukuken geçerli olabilmesi için noterler tarafından düzenlenmesi gerekiyor. Noter tarafından tanzim edilmiş bu sözleşmelerin İstem halinde ilgili tapu kütüğünün şerhler sütununa şerh edilmesi mümkün. Gayrimenkul satış vaadini her iki taraf da tapuya şerh ettirebildiği halde, bağışlama vaadi konusunda açık yetki olmadığı zaman gayrimenkul malikinin şerh isteminde bulunması veya bağışlama vaadi sözleşmesinde lehine bağış yapılana şerh ettirebilme yetkisinin verilmiş olması şartı aranıyor.Bağışlama vaadinin tapuya şerhi için tapu sicil müdürlüğüne başvurulduğu zaman noterce düzenlenmiş gayrimenkul bağışlama vaadi sözleşmesinin aslı,istemde bulunanın nüfus cüzdanı veya pasaportu ile bir adet vesikalık fotoğrafı, İstem vekaleten yapılıyorsa vekaletnamenin sunulması şartı aranıyor. Bağış vaadi sözleşmesinin tapu siciline şerhi sırasında 492 sayılı Harçlar Kanununa göre, belirlenen değerin emlak vergisi değerine yeniden değerleme oranı uygulanmak suretiyle bulunacak değerden düşük olmaması gerekiyor, aksi halde aradaki farkın Vergi Usul Kanunu’ na göre cezalı olarak tahsil edileceği hususunda Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından uyarıda bulunuluyor.Bağışlama ve bağışlama vaadinin her zaman kardeşliğe, dostluğa ve sevgiye zarar vermeden hukukun farklı boyutlarında kullanılması gerek.

 

Aile konutunda kalma hakkı tapuya şerh verilebilir mi? 27 Ocak 2007 Hürses Gazetesi

Aile konutunda kalma hakkı tapuya şerh verilebilir mi?



Eşlerin evlilik birliğinin devamı süresince yaşamlarını sürdükleri ana konut Medeni Yasa’mızda ‘’aile konutu’’ olarak adlandırılıyor. Yazlık evler veya dağ evleri aile konutu olarak kabul edilmiyor. Yasa ayrılık, boşanma ve ölüm halinde aile konutundan diğer eşin hangi koşullarda yararlanabileceğini düzenlemiş.
Aile konutu olarak kullanılan taşınmazın maliki olan eş ölürse, sağ kalan eşin, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine oturma hakkı tanınmasını veya intifa veya mülkiyet hakkı verilmesini isteyebiliyor. Bu, katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle yapılıyor. (MK.240).Mahkeme bu yönde bir karar verirse, kararın kesinleşmesinin ardından sağ kalan eşin istemi üzerine gerekli tescil işlemi tapuda yapılabiliyor. Konut üzerinde intifa veya sükna hakkı tanınmışsa tapu kütüğünün irtifak hakları sütununda, mülkiyet hakkı verilmişse mülkiyet sütununda, ölen eşin tapusu iptal edilerek sağ kalan eş lehine tescil gerçekleştiriliyor.diğer bir durum, evliliğin iptal veya boşanma kararı ile sona erdirilmesi halinde, aile konutunda kalmaya kimin devam edeceği konusunda eşlerin anlaşmaları. Böyle bir anlaşma ile konutta kalma hakkını elde eden ve malik olmayan eş de, bu hakkın tapu kütüğüne şerh edilmesini isteyebiliyor. (MK.254).Bu şerhin işlenebilmesi için anlaşma metninin ibrazı ile malik olan eşin istemde bulunması gerekiyor. Anlaşma noterden onaylı ise kendisine kalma hakkı tanınan eş de bu şerhin tapuya işlenmesini talep edebiliyor. Bu şerhin işlenmesi ve sicilden terkini işlemi sırasında herhangi bir vergi ve harç ödenmesi söz konusu değil.Eşlerin aile konutunda kimin kalmaya devam edeceği konusunda anlaşamamaları halinde ise hakim iptal veya boşanma kararı ile birlikte bu konuda re'sen karar verme yetkisine sahip. Kararda kalma süresinin belirlenerek tapu kütüğüne şerhi için tapu sicil müdürlüğüne bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine tapu siciline gerekli şerh düşülüyor. Hakim aksine karar vermedikçe bu hak belirlenen sürenin sonunda kendiliğinden sona eriyor. Malikin veya konuttan yararlanan eşin istemi üzerine tapu sicilindeki kayıt terkin ediliyor.
Medeni Kanunumuzdaki bu hükümler boşanma.ayrılık veya ölüm halinde diğer eşin sosyal konumunu korumasında önem taşıyor.

 

Aile konutunda kalma hakkı tapuya şerh verilebilir mi? 27 Ocak 2007 Hürses Gazetesi

Aile konutunda kalma hakkı tapuya şerh verilebilir mi?



Eşlerin evlilik birliğinin devamı süresince yaşamlarını sürdükleri ana konut Medeni Yasa’mızda ‘’aile konutu’’ olarak adlandırılıyor. Yazlık evler veya dağ evleri aile konutu olarak kabul edilmiyor. Yasa ayrılık, boşanma ve ölüm halinde aile konutundan diğer eşin hangi koşullarda yararlanabileceğini düzenlemiş.
Aile konutu olarak kullanılan taşınmazın maliki olan eş ölürse, sağ kalan eşin, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine oturma hakkı tanınmasını veya intifa veya mülkiyet hakkı verilmesini isteyebiliyor. Bu, katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle yapılıyor. (MK.240).Mahkeme bu yönde bir karar verirse, kararın kesinleşmesinin ardından sağ kalan eşin istemi üzerine gerekli tescil işlemi tapuda yapılabiliyor. Konut üzerinde intifa veya sükna hakkı tanınmışsa tapu kütüğünün irtifak hakları sütununda, mülkiyet hakkı verilmişse mülkiyet sütununda, ölen eşin tapusu iptal edilerek sağ kalan eş lehine tescil gerçekleştiriliyor.diğer bir durum, evliliğin iptal veya boşanma kararı ile sona erdirilmesi halinde, aile konutunda kalmaya kimin devam edeceği konusunda eşlerin anlaşmaları. Böyle bir anlaşma ile konutta kalma hakkını elde eden ve malik olmayan eş de, bu hakkın tapu kütüğüne şerh edilmesini isteyebiliyor. (MK.254).Bu şerhin işlenebilmesi için anlaşma metninin ibrazı ile malik olan eşin istemde bulunması gerekiyor. Anlaşma noterden onaylı ise kendisine kalma hakkı tanınan eş de bu şerhin tapuya işlenmesini talep edebiliyor. Bu şerhin işlenmesi ve sicilden terkini işlemi sırasında herhangi bir vergi ve harç ödenmesi söz konusu değil.Eşlerin aile konutunda kimin kalmaya devam edeceği konusunda anlaşamamaları halinde ise hakim iptal veya boşanma kararı ile birlikte bu konuda re'sen karar verme yetkisine sahip. Kararda kalma süresinin belirlenerek tapu kütüğüne şerhi için tapu sicil müdürlüğüne bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine tapu siciline gerekli şerh düşülüyor. Hakim aksine karar vermedikçe bu hak belirlenen sürenin sonunda kendiliğinden sona eriyor. Malikin veya konuttan yararlanan eşin istemi üzerine tapu sicilindeki kayıt terkin ediliyor.
Medeni Kanunumuzdaki bu hükümler boşanma.ayrılık veya ölüm halinde diğer eşin sosyal konumunu korumasında önem taşıyor.

 

Suçlu hastanın mahremiyeti ve hekimin sorumluluğu Hürses gazetesi 28 Eylül yazısı

Suçlu Hastanın Mahremiyeti ve Hekimin Sorumluluğu
Yeni ceza yasamızla Avrupa Birliği normlarına uyun olarak İnsan sağlığı konusuna gereken önem verilerek, sağlık hakkını istismara yönelik suçlar ağır yaptırımlara bağlandı. Hastaların özel hayatı ve mahremiyet hakkı, özel hükümlerle koruma altına alındı.Hekim ile hasta arasındaki ilişkinin ve bu ilişki sebebi ile öğrenilen her türlü bilginin gizliliği, sağlık hizmetlerine ulaşma, bilgilenme ve güvenlik gibi haklarla birlikte mahremiyete saygı en önemli hasta hakları olarak düzenlendi. Mesleği sebebiyle bir kimsenin kişisel bilgilerini öğrenen kişinin, bu bilgileri başkasına vermesi eski ceza yasamızda da “meslek sırrını ifşa” başlığı altında düzenlenmişti. Bu suça verilecek ceza eski yasada 3 aya kadar hapis idi. Yeni ceza yasasında ise ‘’Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar ‘’ başlığı altında yer alan bölümde düzenlendi ve bu suçun cezası 136. madde ile bir yıldan 4 yıla çıkarıldı. Ancak belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlendiği düşünülerek verilecek ceza 137/b maddesi ile yarı oranında arttırılarak 2 yıldan 6 yıla çıkarıldı.
Böylece yeni yasa ile, hastanın mahremiyetinin ihlali, eskiye oranla oldukça ağır bir yaptırıma bağlanmış oldu.
Hastanın mahremiyeti ile ilgili diğer bir düzenleme ise yeni yasanın 280. maddesinde yer alıyor. Buna göre; görevi sırasında bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşan sağlık mensubuna, bu durumu yetkili makamlara bildirme yükümlülüğü getirildi.
Eski Türk Ceza Kanunu’nda, sadece kişiler üzerinde işlenen suçların bildirilmesi zorunlu iken ve hastanın kendisi hakkında kovuşturmaya neden olacak bir suçun bildirilmesi zorunlu değil iken; yeni Ceza Kanunu bu makul sınırlamaları kaldırmış ve suçun kapsamını aşırı genişletmiş oldu.
Yeni ceza yasasında yapılmış olan iyileştirmelerin yanı sıra, sağlık çalışanlarının görevleri sırasında karşılaşacakları suçları bildirme yükümlülüklerinin kapsamının aşırı genişletilerek sağlık mesleği mensubu kabul edilen tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire gibi sağlık hizmeti veren kişilere ciddi biçimde sorumluluk yüklenmesi hasta hakları bakımından kabul edilebilir görünmüyor.
Böylece herhangi bir suça bulaşmış hastaların tedavi olma hakkı engellenmiş olurken ayrıca bu düzenleme, hekimlerin tedavi sırasında öğrendikleri hastalarına ilişkin sırları hiç bir şekilde açıklamama borcuyla da çelişiyor. Kaldı ki, yeni Ceza Kanunu meslek sırrının ifşası suçunun cezasını 3 aydan 9 aya çıkarmış bulunuyor.
Bir an için sağlık personeline verilen bu yükümlülüğün, suçluların yakalanması açısından yardımcı olma gerekçesiyle kabul edilebilecek olduğu düşünülse bile, insan hakları açısından sakıncaları bulunmaktadır. İşlediği suç ne olursa olsun, hiç kimsenin sağlık hizmetine ulaşma hakkı elinden alınmamalıdır. Bu endişeyi taşıyan yaralı veya hasta suçlu, hakkında ihbar olacağı endişesiyle hekime başvurmakta tereddüt gösterecek, böylelikle sağlık hizmetinden faydalanamayacak ve belki de hayatını kaybedecektir. Ayrıca hekimler de, suça karıştığını düşündükleri kişilere yönelik sağlık hizmeti vermekte çekingenlik gösterebileceklerdir.
Görüldüğü üzere hekimler, hasta mahremiyetine özen göstermedikleri zaman kişilik haklarına tecavüz nedeniyle yargılanabiliyorlar, ayrıca aleyhlerine maddi manevi tazminat davası açılabiliyor,çalıştıkları kurum tarafından disiplin cezası uygulanabiliyor.
Ceza yasamızda hekimlerin sır saklama yükümlülüğüne bu denli önem verilirken, sağlık çalışanlarının suçluları bildirme yükümlülüğünün oldukça ağır yaptırımlara bağlanması yasa koyucular tarafından bu maddelerin yeniden gözden geçirilmesini gündeme getiriyor.
Kanımızca hasta hakları ve hekimler yönünden düşündürücü olan bu maddelerin yeniden gözden geçirilmesi ve gerekli değişikliklerin yapılması için girişimlerde bulunulması gerekiyor.


.

This page is powered by Blogger. Isn't yours?